Nişanlısı, DURDU Pehlivanı Un Sandığına Nasıl Hapsetti? Kendisi Nasıl
Misilleme Yaptı?

Başlıkta sözü edilen, dünyada eşine ender rastlanacak, komikten de
komik, ilginçten de ilginç olay, Elbistan'a bağlı ALEMBEY köyü ile, o
tarihte yine Elbistan'a bağlı TANIR köyünde yaşanır. (Şimdi kasaba ve de
Afşin ilcesine bağlı). Olay şöyle seyreder:

Yıl 1900'ler. ALEMBEY köyünden CİNALİ'ye; işini iyi ve planlı
yaptığı için, halk, kendisine bu lakabı takmıştır. Ali efendi bir komşusu
ile beraber, Binboğa Dağı'nın doğu eteği, TANIR'ın batı üst kesimlerine,
kağnıları çekip oduna giderler. Oğlu DURDU da birliktedir.

Odun yüklü iki kağnı ile gelirlerken, öküzlerin yayılması
gerektiğinden, TANIR'ın tam kıyısında mola verirler. 15-16 yaşlarında olan
DURDU, alt kesimdeki bahçeye iner. (Bu bahçe İsmail Ağa'ya aittir.) Kardeş
olan üç kız da bahçededirler. Çelimsiz, zayıf, üst baş pejmürde olan çocuğun
yanına gelen kızlar, "Haydı, çık salla da dut yiyelim" derler. DURDU
gerekeni yapar. Dut yerlerken; "Birimizi beğen al evlenelim" diyerek alay
(dalga) geçerler. O fasıl biter. DURDU, köy içinde olan babasının yanına
gelip, "Birimizi beğen al, evlenelim" diyen, ancak alay geçtiklerini fark
etmeyen kızların kısa serancamını anlatır ve talip olmasını ister.

CİNALİ akıllı ve de o yeri bilen adam. O bahçenin İSMAİLAĞA'ya
ait olduğunu ve kızların da İsmail Ağanın kızları olduğunu bilmektedir.
Oğlunun isteğine şöyle cevap verir: "Oğlum DURDU, şu haline bak. Normal bir
elbisen bile yok. Biz nere? İsmail ağa nere?" Demesine oduncu arkadaşı ve de
komşusu araya girerek: "Biz gidip isteyelim. ALLAH yazdıysa olur" demesi
üzerine, Ağanın yanına giderler. Hoşbeşten, hal hatırdan sonra, bahçede
geçen esprili durumu da anlatıp; "ALLAH'ın emri, PEYGAMBER'in kavli, İMAMI
AZAM" efendimizin iştihadı üzere, kızıyın birine talibiz" derler.

Olacak ya, İsmail AĞA, damat adayını görmeden, tanımadan yeşil ışık yakarak;
"O kızlarımın birisini, ELMALI köyünden MEMEDA'nın oğluna verdik. Birisini
de ELBİSTAN'dan UĞURLUOĞLU ailesinden bir gence verdik. Küçük kızım ELİF'i
de ALEMBEY köyünden CİNALİ'nin oğluna verelim. ALLAH yazdı ise ne derim."
der.

Köye gelen CİNALİ elbette CİN'liğini gösterecektir. Durumu hanımına anlatır.
Bir meşveret (Hasbihal) yaparlar. Amma velakin; "FAKAT'ı var. DURDU, bu hali
ile giderse, bu kızı vermeleri mümkün değil. Cinali; "Hanım, hanım, ben
çaresini buldum. Çetin ailesinin oğlu Mehmet çok güzel ve yakışıklı bir
delikanlı. O'nu göndeririz. Beğenmemeleri söz konusu olmaz. Daha sonra,
DURDU'nun adını anarak kızı isteriz. O anda da zaten nikah kıyılması örf ve
adettendir. Nikahtan sonra kız bizim olmuş olur. Ağa da sesini çıkartamaz"
der. Hanımı da uygun bulup uygulamaya koyulurlar.

Ertesi gün, Mehmet Çetin'i TANIR'a gönderirler. Zaten tembihlidir. Kız da,
annesi de, babası da görüp beğenirler. Hafta içinde komşularından bir ekip
oluşturan CİNALİ, TANIR'a gider. Karşı tarafın da geniş aile fertleri dünür
törenine gelmiştir. ALLAH'ın emri, Peygamberi kavli anılarak kız istenir.
Ağa; "ALLAH yazdı ise ne diyelim. Ben de verdim" der. O anda imam da hazır.
ELİF ile DURDU'nun nikahı kıyılır. "Her iki başlı hayırlı olsun" diyerek
herkes mini törenden ayrılırlar.

Daha sonra, kadınlardan oluşan bir ekip, giysi bohçasını götürüp, bir Reşat
altını ve bir de altın yüzük takıp dönerler. Aradan bir kaç gün geçer.
DURDU'nun nişanlı görmeye gitmesi ve bir gece misafir kalması usuldandır.
Buna da Mehmet Çetin gönderilecek değil ya. "Mızrak çuvalda gizlenmez."
Mutlaka bu serancamlı durum duyulacak. Duyulsa da mühim değil. Kızın nikahı
kıyıldığı için bundan ağanın dönmesi mümkün değil. Bunun bilinci içinde olan
CİNALİ, DURDU'yu giyindirir. Kadim dostlarından olan Alemdar köyünden (Şimdi
kasaba) KEL HúSEYİN'in yanına katıp TANIR'a gönderir. DURDU'yu İsmail
Ağanın evine götürüp takdim ettikten sonra kendisi döner.

DURDU üzüle büzüle akşam yemeğini birlikte yer. Kaynana, kayınbaba bir de
bakarlar ki gördükleri genç değil. Bir sessizlik, bir foturdama gider.
CİNALİ'nin kendilerini düşürdüğünü anlarlar. Ama yapacak bir şey yok. "Ağı
ise de yutmak zorundayız. Çünkü Elif'in nikahı kıyıldı" diyen karı-koca;
"Bakalım ne diyecek?" deyip ELİF'i, annesinin hazırlayıp, damadın kalacağı
odaya gönderirler.

ELİF, bir de ne görsün, geçenler, bahçede dut sallarken; "Evlenelim" diye
alay geçtikleri çocuk. ELİF, DURDU'dan babayiğit. Elini eline değdirmeden
"Ulan, benim nişanlım sen misin?" deyip, DURDU'yu kucaklar, odadaki un
sandığına koyduğu gibi, kapağı kapatır. "Kapağı aç ben gidiyim" diye
yalvarıp ağlar. Hiç aldırış etmez. Şafak sökerken ELİF kapağı, daha sonra da
odanın kapısını açtıktan sonra arkasından bir tepik vurup gönderir.

Bu durum duyulur. "CİNALİ İsmail Ağayı düşürmüş. Başka bir genç gösterip,
ELİF'i oğlu DURDU'ya almış" diye her yerde konuşulmaya başlanır. Özetle,
olay günün gündemine oturur. Buna son derece üzülen İsmail Ağa, bir
ara;"Kimsenin görmediği yerde, denk gelirse vurun" diye ağzından laf
kaçırdığı da etrafa yayılır. Derken durum bir kör düğüm haline gelir.

Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalaya dursun. İşin iç
yüzünü bilmeyenler, birçok yerden ELİF'e dünürcü gelirler. Ağa İslam Dini
kurallarını bilen ve de uygulayan aklı başında bir adam. Nikahı kıyılan kızı
ELİF'in başkasına verilmesi mümkün değil. Çünkü kızının nikahı kıyılmıştır.
Şu hale göre durum; Cinali'nin tezgahladığı şekle gelmiş oluyor.

CİNALİ'ye gelince, O da bu durumdan pek memnun olmamaya başladı ama, oldu
bir kere. Çala çala bir havaya dönecektir elbette. Ağanın bu kızı başkasına
vermesinin mümkün olmadığının bilinci içinde. Aracı gönderip, özür dileyerek
barışmak isteğini ağa hep reddeder.

Nevar ki, CİNALİ bir sıkıntı ile daha karşılaşır. Oğlu DURDU, Elbistan
ağalarından Hacıhaliller ailesinden Ali efendinin (Erten) küheylan atının
bakımını yaparken, bir tepik vurması sonucu bir gözü kör olur. Böylece,
sıkıntıya bir sıkıntı daha eklenir. Bu serancam tam 7 yıl sürer.

Biz gelelim DURDU'nun durumuna. 15-16 yaşlarında iken, nişanlanan DURDU,
23-24 yaşlarına gelmiştir. Sanki bir zuhurat ile karşılaşmıştır. Cılız,
zayıf olduğundan dolayı bir gece un sandığında hapis yatıp, sabahleyin de
nişanlısı tarafından tepik vurulup kovulan DURDU'nun bünyesinde aklın
almayacağı bir gelişme olur. 1.95 boy, 110 hokka sıklet(bir hokka, bir kilo
333 gramdır) bünyeye ulaşmıştır. Bu zaman içinde, güreşe merak sarar.
Derken, ALEMBEY ve etraf köy düğün güreşlerinde başı hep Durdu pehlivan
almaktadır. Ne üzücü ki, tek gözünü kaybetmesi dolayısile, ister istemez
adının baş tarafına "KÖR" kelimesi eklenerek, istemiyerek de olsa; "KÖR
DURDU" namı ile anılmaya başlanır.

Bu arada, Afşin ÇÖLBEYİ Ağası ile TANIR'dan İsmail Ağa karşılıklı güreş
tertip etmişlerdir. Tüm bölge pehlivanları davetlidir. İkramiye büyük. Bunu
duyan Afşin ilce merkezinden bir pehlivan, DURDU'nun iyi güreştiğini
bilmektedir. Doğru Alembey'e gelip Durdu'yu TANIR'a götürür. İki ağa
arasında iddialı bir güreş olduğu için tahminlerin üstünde izleyici katılır.
Olacak ya, İsmail Ağa'nın grubundaki pehlivanlar yıkılır. Ağa üzülmeye
başladığı sırada, DURDU; "Ağa ben güreşmek istiyorum" der. İsmail Ağanın
görüp tanımadığı bir pehlivan. Durumuna bakar. İyi bir bünyeye sahip. Bu
arada, Afşin'li pehlivan da destekler ve iyi güreştiğini söylemesi üzerine;
"Peki güreş bakalım. Bizim pehlivanlar hep yıkıldı. Kendini göster, yüzümüzü
ağart" der.

DURDU soyunur. Yaptığı peşrev (perdah) ile dikkat çeker. "Ben çangalı
takarsam, 3-4 yaşındaki kavak ve söğüt ağacını sökerim" demesi ile ünlü
DURDU pehlivan, tuttuğunu yıkar. Her çangalı taktığını yere serer. Derken
arka arkaya tam 9 (Dokuz) pehlivanı yıkar. Başpehlivanlık ikramiyesini alır.
"Görmediğimiz bir pehlivan. Bu kim imiş?" diyen diyene. Bu sırada; "Bu
pehlivan, İsmail Ağa'nın damadı imiş" diye bir yaygara kopar. Ağa damadını,
damat da kayınbabasını tanımıyor. Aradan 7 yıl geçmiştir. Bir haylı serancam
da malum. Zayıf, cılız bir çocuk durumundaki DURDU'nun, 110 hokka gelecek
bir bünyeye, bir sıklete geleceğini kim düşünür. Bu bir ALLAH vergisi.
Tanımamada da haklılar. Durum anlaşılır. İsmail Ağa; "Gel bakalım gel, eve
gidelim" der. Ağa, damat adayı DURDU ile evine henüz varmadan ELİF'e müjdeci
gider. "Senin nişanlın baş pehlivan oldu" diye çocuklar Elif'ten müjde
isterler. Derken Ağa da eve gelir. O da hanımına müjdeler. "Benim yüzümü
ağarttı. Bu bizim damat imiş" Der.

Çifte döşek serilir. Yemek faslından sonra, 7 yıl önceki macera yaşanan oda
annesi tarafından hazırlanmış ve baş başa bırakılmışlardır. Elma, çerezden
oluşan yatsılık getiren Elif, DURDU'nun tek gözünü kaybetmiş olmanın
üzüntüsünü yaşadığını anlaması üzerine; "úzülme, tek başa tek göz yeter"
der. Biraz sonra; "Gel bakalım ELİF, sana ahdim var" demesi ile ELİF'i
kucaklayıp aynı un sandığına kapatıp hapseder. Bu kere de Elif yalvarmaya
başlar. "Hayır, şafak sökünceye kadar, benim gibi sen de bu sandıkta hapis
yatacaksın. (Eden bulur)" deyip şafak sökünceye kadar bekler. Daha sonra
barışırlar. "Geçmişin üzerine bir tapan çekelim." derler. Bir süre sonra da
düğünleri yapılır.

İlginç olay, Elbistan-Afşin ovasında, halen her yeri geldikte bu gün olmuş
gibi konuşulmaktadır. Enteresanlığı dolayısile unutulacak gibi değil. Hele
yaşlılar, bu durumu konuşurlarken, bir tiyatro sahnesi gibi söyleyip
gülüşülmektedir. Ruhları şadolsun.

Kaynak; Alembey köyünden Durdu KANCI (80) ve İbrahim DOĞAN (75)

www.elbistaninsesi.com

yatro sahnesi gibi söyleyip
gülüşülmektedir. Ruhları şadolsun.

Kaynak; Alembey köyünden Durdu KANCI (80) ve İbrahim DOĞAN (75)

www.elbistaninsesi.com